Suriye Muhalefetinden Alevileri Hedef Alan Cihatçılara Tepki
By Dr. Haytham Mouzahem
Suriye’de silahlı muhalif grupların Lazkiye kırsalında düzenlediği saldırılarda dikkat çeken tek unsur bunların beklenmedik bir anda gerçekleşmiş olması değildi. Saldırılar, mezhepçi tahriklerle de dikkat çekti. “Cihatçı tugayların” sırf Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın mezhebinden oldukları için bir dizi Alevi köyüne saldırıp sivilleri katletmesini meşru bulan ve teşvik eden çağrılar yapıldı.
Suriye içindeki muhalefeti temsil eden Ulusal Eşgüdüm Komitesi (NCC) Genel Sekreteri Raca El Nasır, Al-Monitor’la yaptığı telefon görüşmesinde sivillere karşı işlenen bu katliamların NCC tarafından kınandığını, NCC’nin Aleviler ve diğer Suriyeli vatandaşların mezhepsel temelde hedef alınmasına karşı olduğunu belirtti.
Saldırıların öncesinde Suriye İslami Kurtuluş Cephesi liderlerinden Selefi Şeyh Anas Ayrut, 1 Temmuz’da Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) savaşçılarına seslenmiş, savaşın Alevi kalelerine yoğunlaşmasını, savaşın gidişatını değiştirecek bir “dehşet dengesinin” kurulmasını salık vermişti.
Suriye Ulusal Koalisyonu’nda da yer alan Ayrut, Reuters ajansına verdiği demeçte de muhalif kuvvetlere şu çağrıyı yapmıştı: “Onların köylerine, evlerine, kalelerine yoğunlaşmamız gerekir. Onların altyapısını vurmamız lazım ki normal bir şekilde, huzur içinde yaşayamasınlar.” Alevilerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerin saldırıya uğraması halinde Alevilerin Esad’a karşı döneceğini iddia eden Ayrut, şöyle devam etmişti: “Nasıl ki onlar bizi evlerimizden sürdü biz de onları evlerinden sürmeliyiz. Bizlerin yaşadığı acıyı onlar da yaşamalı. Bunu başaramadığımız sürece savaşı kazanamayız.”
Bu kepaze mezhepçi söylem, Suriye Ulusal Koalisyonu’nu zor durumda bıraktı. Zira kendini rejimin alternatifi olarak sunan Koalisyon, halkın tüm kesimlerine saygı duyduğunu, Aleviler dâhil tüm dini azınlıkları güvence altına almaya çalıştığını söylemekte ve belli bir mezhebe karşı değil, Esad rejimine karşı mücadele ettiğini iddia etmektedir.
İki hafta sonra Ayrut, Koalisyon aracılığıyla bir açıklama yapıp Suriye’de Alevi yerleşim yerlerine düzenlenen saldırıları kışkırtmış olduğunu yalanladı. Ayrut, ayrıca belli bir kesimi hedef alan her türlü mezhepsel ve dinsel kışkırtmaları reddettiğini, “Suriye devriminin ilkelerine ve Suriye halkının tartışmasız eşitliğine tümüyle bağlı” olduğunu kaydetti.
Muhalefetin kimi önderlerine ve bazı gözlemcilere göre, hedef alındıkları halde Alevilerin kendisi rejime ve Esad’a baskı uygulayacak. Esad böylelikle siyasi tavizler vermeyi kabul edebilir, hatta Aleviler cumhurbaşkanlarına sırt çevirmek durumunda kalıp kendi inançlarını Esad’dan soyutlayabilir. Bir görüşe göre de Alevilerin yoğun olarak yaşadığı sahil şeridindeki saldırılar, iki yıllık gecikmeyle gerçekleşti ve aslında daha ayaklanmanın ilk gününden itibaren Alevilerin kendi kalelerinde hedef alınması gerekirdi. Bu görüşe göre Aleviler, Sünni bölgeleri kasıp kavuran savaştan, yerle bir edilen köy ve kasabalardan bihaber olarak güvenli bir alanda yaşarken bir taraftan da orduya ve ona bağlı milis kuvvetlere asker tedarik etmeye devam etti.
Suriyeli muhalif yazar Sadık Abdül Rahman, 8 Ağustos’ta yayımlanan makalesinde şu görüşleri dile getiriyor: “İsyancıların Lazkiye vilayetinin kuzeyinde, rejimin kalelerine bitişik bölgelerde giriştiği geniş çaplı saldırı, son derece akla yatkındır. Zira bu hamle, yeni bir cephe açarak diğer bölgelerde isyancı kuvvetlerin üzerindeki baskıyı hafifletmektedir. Esasen bu çatışma, rejimin kendi kalesi ve belki de son savunma siperi olarak gördüğü bölgeyi tehdit altına almaktadır.”
Abdül Rahman, daha da ileriye giderek şöyle devam ediyor: “Artık şunu açık açık söyleyelim: Yaşadığımız şey, tek bir ‘Suriye halkı’ tarafından faşist ‘Suriye rejimine’ karşı gerçekleştirilen bir devrim değildir. Gerçek şudur ki bu halk devrimi, Suriye’nin ‘Sünni nüfusu’ tarafından mezhepçi bir rejime karşı yürütülmektedir. Bu rejimin temelleri, ‘Alevilerin rejimin tek sahibi olduğu inancı’ üzerine inşa edilmiştir. Durum aynen budur. Böyle olduğu için de, rejime karşı ayaklanmış olan Suriyelilerin bilinçaltında ‘Alevilerin’ kendi topraklarından başkalarının toraklarına dönük bir savaş yürüttükleri hissiyatı hâkimdir. O halde savaşı düşmanın sahasına taşıma düşüncesi, son derece mantıklı bir hâl almaktadır.”
Konu hakkında Al-Monitor’a konuşan Suriye Ulusal Konseyi üyesi Salih El Mübarek, Lazkiye kırsalında muhalif güçlerin gerçekleştirdiği saldırılara destek verdiğini belirterek şöyle devam ediyor: “Savaş, iktidar ailesinin memleketinin kalbine yayılmalı ki Aleviler, halkın geri kalanı güvende olmadığı sürece kendilerinin de güvende olmadığını anlasın.” Savaşın dini güdülerle yürütülmediğini öne süren Mübarek, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Kurtuluş savaşı, Suriye’nin tamamını kapsıyor. Bu durumda Lazkiye ve Banyas’ın Şam ve Halep’ten ne farkı var?” Mübarek, son aylardaki gelişmelerin, bir Alevi devletinin kurulabileceği ihtimaline işaret ettiğini de sözlerine ekliyor.
Rejimin, Lazkiye kırsalında işlenen katliamlardan yabancı savaşçıları ve ÖSO’yu sorumlu tutmasına karşılık Mübarek, şu yanıtı veriyor: “Aleviler hiçbir zaman sırf Alevi oldukları için katledilmedi. Bu bilgi doğruysa eğer o zaman şunu sormak gerekir: Bu insanlar hedef mi alındı yoksa karşılıklı ateş açılması sonucunda mı öldürüldü? Sivilleri hedef almak, her şart ve koşulda yanlıştır.”
Yaşlı Alevi âlim Şeyh Bedir Gazal’ın kaçırılması konusunda ise Mübarek şöyle konuşuyor: “O bir tutukludur, öldürülmüş değildir. Müftü Ahmed Hasun gibi yayımladığı fetvalarla rejime destek çıkıyorsa suç işlemiştir.”
Al-Monitor’un telefonda görüştüğü NCC Genel Sekreteri Nasır ise Suriye’nin neresinde olursa olsun sivillerin katledilmesini kınadığını belirtiyor ve şöyle devam ediyor: “Tüm Suriyelilerin kanı değerlidir. Lazkiye’deki katliam, her Suriyelinin kalbine saplanmış bir bıçaktır. Lazkiye’de olsun, Halep’te olsun akan kan arasında fark yoktur. Lazkiye’de olanlar, çatışmanın mezhepsel bir savaşa dönüşmesiyle ilgilidir ve bu da zaten kendi başına suçtur. Suriye halkı, bu halkı oluşturan tüm kesimler aynı kana sahiptir. Hangisi olursa olsun bir mezhebe karşı yapılan saldırı, Suriye halkının tümünü paramparça etmektedir. Bir mezhebe savaş ilan etmek, tüm Suriye’ye savaş ilan etmektir. Zira Suriye halkının zenginliği, çeşitliliğinden gelmektedir.”
Şiddetin siyasi çözüm çabalarını olumsuz etkileyeceğine dikkat çeken Nasır, şöyle devam ediyor: “Lazkiye’de olsun, Halep’te olsun, Humus’ta olsun, katliam katliamdır. Şiddetin sürmesi, siyasi çabaları muhakkak ki etkileyecektir. Yeni cepheler açmak yerine siyasi çözüm bulmak için uğraşmamız lazım. Savaş, taraflardan hiçbirine zafer getirmeyecektir. Suriye toplumu, azınlıklardan değil, farklı bileşenlerden oluşur. Siyasal azınlık dışında Suriye’de azınlık yoktur. Suriye’de dini azınlıkların varlığından söz eden her türlü söylemi reddediyorum. Suriye toplumu, farklı kurucu ve bileşenlerin bir araya geldiği tek bir halktan oluşur.”
Katliamlardan duyduğu rahatsızlığın altını çizen Nasır, sözlerini şöyle tamamlıyor: “Suriye muhalefeti içinde farklı gruplar vardır. Ancak demokratik muhalefet, katliamları kesin bir dille kınıyor, çünkü bunlar Suriye halkının bütünlüğüne kastediyor. Tüm bu çatışmalar, kuruluşumuzun bir an önce siyasi çözüme varılması yönündeki kanaatini güçlendiriyor. Krizden çıkmak için başka bir yolumuz yok.”
Suriyeli muhaliflerden bir diğeri olan Nidal Nuayse ise konuya bambaşka bir açıdan bakıyor. Al-Monitor’un telefonla ulaştığı Nuayse, şu değerlendirmeyi yapıyor: “Olup bitenler, Suriye’de yürütülen savaş senaryosunun bir parçası. Sahil şeridi, özellikle hassas bir bölgedir. Zira orada yaşayanlar, yoğunlukla belli bir mezhebe mensuptur. Bu katliamlar, mezhep çatışmasını ve mezhepçi söylemleri körüklemeyi amaçlıyor ki teröristlerin uzun zamandır umdukları şey gerçekleşsin. Alevilerin katledilmesine yönelik Selefi çağrıları yeni değildir. Bu, Selefi ideolojisinin özünde olan bir konudur ve yüzyıllarca böyle olmuştur. Günümüzdeki fark şudur ki şimdi birtakım bölgesel ve uluslararası güçler, bu tarihsel olguyu Suriye savaşında kullanmak istiyor.”
Katliamlardan sonra Alevi vatandaşların dile getirdiği korkulara da değinen Nuayse, şöyle devam ediyor: “Değişen bir şeyin olacağını sanmıyorum. Katliamları gerçekleştiren kişiler, Suriyeli değildir. O insanların canına kıyan Adil El Oteybi denen kasabın görüntülerini ve açıklamalarını herkes gördü ve duydu. Katliamlara katılanların içinde Suriyeliler olmuş olsa bile bunlar, Suriye halkını temsil etmez. Suriyeliler, dini inanışları ve mensubiyetleri ne olursa olsun, ezelden beri bir arada yaşamıştır. Kaldı ki Aleviler adına da hiçbir misillemede bulunulmamıştır.”
Nuayse, Suriyelilerin son derece bilinçli insanlar olduğunu, bu sayede Suriye’nin topyekûn bir mezhepsel savaşa kaymasının önlendiğini söylüyor. Nuayse’ye göre, yakın vadede siyasi bir çözüm bulunamaz. Zira kimse siyasi çözüm için uğraşmıyor. Yurt dışındaki Suriye muhalefetinin siyasi uzlaşma fikrini kabul etmesi ise ona göre ancak savaşın kaybedilmesi ihtimaline karşı alınan bir tedbir. Savaş ise militanlara verilen büyük destek ve Suudilerin yeni silah tedarik kanalları açmak üzere oyuna dâhil olması yüzünden şiddetleniyor. Halep, Han El Asal ve Lazkiye’de şiddetin tırmanması, Suudi istihbarat şefi Prens Bandar bin Sultan’ın başarısızlıkla sonuçlanan Avrupa ve Rusya ziyaretlerinin akabinde meydana geldi. Suudilerin Suriye savaşına uluslararası müdahale umutları cevapsız kaldı. Katar’ın tecrit edilip öncü konumdan alınması ve Suriye dosyasında kontrolün resmen Suudilere geçmesinden sonra Bandar’ın yaşadığı hayal kırıklığı ve öfke, sonuç olarak sahaya yansıdı.
Lazkiye’de yaşayan rejim yanlısı Suriyeli bir kaynak, Al-Monitor’a yaptığı değerlendirmede Lazkiye kırsalı için verilen savaşta birkaç gün içerisinde hareketlenmeler beklendiğini söyledi. Kaynağa göre amaç, birtakım “aciz yüreklerin” ihaneti sonucu muhalefetin eline geçen bir dizi büyük çiftlik ve ufak köyü kurtarmanın ötesinde, Salma kasabasına da taarruz etmek olacak. Kaynağın anlatımına göre, “teröristlerin” önemli bir kalesi haline gelmiş olan bu kasabada Avrupalı, Suudi ve Katarlı uzmanların yönettiği önemli komuta kontrol merkezleri bulunmaktadır.
ÖSO komutanı General Salim İdris ise, Lazkiye kırsalında Esad’ın memleketi Kardaha’ya sadece birkaç kilometre mesafede bulunan bir bölgeye gidip muhalif savaşçılara kesintisiz silah akışı sağlama sözü verdi. Mücadelenin sürmesi gerektiğini söyleyen İdris, amaçlarını şöyle dile getirdi: “Sahil şeridi tümüyle kurtarılmalı ve rejimle birlikte hareket eden milisler, sahil şeridinde ve Suriye’nin her yerinde güvenli bölgelerinden mahrum bırakılmalı.”
Haytham Mouzahem, Ortadoğu ve İslam konularında uzman Lübnanlı bir araştırmacıdır. Twitter hesabı: @haytham66
Comments
Post a Comment